29 Aralık 2014 Pazartesi

2014 GİDERKEN AMA ÜZE ÜZE, AMA DÜZE DÜZE, BİZE GÖRE TEK DÜZE, UMUTLAR KALDI 2015'E






HARBİ KEMAL; “HAYALLERİ OLMAYAN ŞEYİMİ YESİN” DEMİŞ YA;

Harbi Kemal; fani alemde yaşayıp yaşamadığı bilinmeyen ancak halkın kendince var ederek bazı önemli söz ve söylemleri sanki onun ağzından söylenmiş gibi kurguladığı “Bir Makul Şüpheli” kabadayı tarzında bir ademoğlu.

Çoğunlukla sözlerinin, vatan şairimiz bilge adam “Namık Kemal” ile karıştırıldığı ve yaşadığı yahut yaşamadığı meçhul bir kişilik.

Deneme yazımızın başlığı da bilmeyenler ince genelde ona mal edilmiş olan  bir söylem işte.

“Hayalleri olmayan şeyimi yesin dememiş esasında (s...mi) yesin demiş, biz yazı adabımızın gereği değiştirerek  meramımızı ifade etmek durumunda kaldık.

(Bu gidişle sansür yasaları İnternet de yakın süreçlerde yeni bir RTÜK benzeri bir kurumu var edecektir.)

GERÇEKLEŞECEĞİNE İNANDIĞIMIZ HAYALLERİMİZ TABİİ Kİ VAR!..

Hayalleri olmalı insanın. Hayaller olmaksızın yaşamanın anlamı da yok ki.

Bilmiyorsunuz ve ben de, bu sırrımı sizlerle ilk kez paylaşıyorum.

Yıllardır, çok yüklü miktarlarda paraların ikramiye olarak verildiği veya büyük parasal rakamların devrettiği haftalarda şansımı zorlamak adına neden birkaç kolon şans oyunları oynarım  ya da milli piyango satın alırım bunu sizler  bilmiyorsunuz.

Yanılmıyorsam yaklaşık olarak 40’lı yaşlarımdan bu yana; Hz. Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, Hacı Bayrami Veli, Yunus Emre ruhani yollarını destur eyleyerek yaşam sürmeye çabaladığımı sanıyorum.

Yaşam sürecimin geriye doğru 35 yıldan fazlasını sivil toplum örgütlerinde sosyal faaliyetlerin içerisinde yer almakla geçirdiğimi söylersem de kesinlikle yıl eksiği vardır ama fazlası kesinlikle yoktur.

Bu yolların aydınlığı benim paraya ve iktidar olmaya karşı hırslarımı törpülemiş olsa gerek ki, bunun gereği maddi arzuların beynime ve yüreğime yük olmasını öt-eledim.

“La ikrâhe fid Diyn” (Bakara-256) “Din içinde zorlama yoktur.” Denildiği üzere, bende bu hususta asla ve kata beynimi ve yüreğimi hırsla zorlamayanlardanım.

Ancak bir gün geldi ki bu duygularımın üzerinde sanki karlı bir gün de, bir kardelen gibi belleğimden yüreğimden dikelen çiçeklerimi fark ettim.

Bu denemenin ikinci paragrafında söz ettiklerimin yörüngesine giriverdim.

“Yıllardır, çok yüklü miktarlarda paraların ikramiye olarak verildiği veya büyük parasal rakamların devrettiği haftalarda şansımı zorlamak adına neden birkaç kolon şans oyunları oynarım  ya da milli piyango satın alırım bunu sizler  bilmiyorsunuz.”

Üstelik “Yüce Sevgili”m den bu anlamda sürekli isteyerek ve yineleyerek.

Gittikçe yaklaşan 31 Aralık gecesi yapılacak Milli Piyango çekilişinin en büyük ikramiyesi bu yıl 50 Milyar lira. Yani eski paramızla 50 trilyon liracık. Bu paranın yaklaşık günlük faiz getirisi 10 bin lira, yani eski paramızla 10 milyar liracık.

Ben bu paranın en azından yarısına talibim çünkü biletim yarım ve bu yıl en büyük ikramiyenin benim yarım biletime çıkacağına dair umutlarım zirvede.

Sahi parayla sosyal münasebetlerini ötelemiş olan benim bu kadar çok bir parayla işim gücüm ne?

“TÜRKİYE KİMSESİZ ZEKİ ÇOCUKLAR CUMHURİYET VAKFI”

Benim bir hayalim var hem de bıkmadan usanmadan yıllarca öteleyemediğim.

Bu denemenin başlangıcında; “Hayalleri olmalı insanın. Hayaller olmaksızın yaşamanın anlamı da yok ki.” Demiştim ya.

“Türkiye Kimsesiz Zeki Çocuklar Cumhuriyet Vakfı”nı kurmak için gereksinimim var o paraya.

Cumhuriyetimizin temel prensiplerinde, Mustafa Kemal Atatürk'ümüzün ilke ve devrimleriyle yoğrulacak, anasız babasız kimsesiz yahut da kimseli ama olanakları olmayan zeki çocuklarımızın ve ailelerin toplu sosyal yaşam, eğitim ve öğretim köyü hayalimin gerçekleştirilmesi için başlangıç sermayesi...

Bir kuruşunu kişisel ve ailevi amaçlara kullanmaksızın, çok namusa ne şekliyle ve  bu amaçların uğrunda.

YILLARI SOSYAL DAYANIŞMALI BİR HAYATA ADAMIŞLIK

Kesinlikle biliyorum özel ve iş hayatımda zirveleri hep kaçırışlarımın tek nedeni sosyal hayat sosyalisti olmamdır.

“Türkiye Kimsesiz Zeki Çocuklar Cumhuriyet Vakfı” kurulup yaşatılması ve nesillerce var olabilmesi hayalim, artık yakın diyorum ya, (“Yüce Sevgili” söyletiyor.) yıllar önce organ mafyalarının cirit attığı ülkemizde, “Böbrek Vakfı”, “Türkiye Organ Nakli Vakfı” gibi çok işlevsel vakıfların  cesaretli kişilerin destekleriyle kurulmasında bir temel taşı olduğumu bilerek,

Türkiye Kalp Vakfı, Türkiye Körler Vakfı, Özürlüler Vakfı, Lösemili Çocuklar Vakfı, Türk Eğitim Vakfı gibi vakıflarda da zerre olduğumu ekleyerek,

Şimdi de; “Türkiye Kimsesiz Zeki Çocuklar Cumhuriyet Vakfı”nı kurmak için şans meleklerinin destek ve yardımlarına, sizler-inse, dualarına ihtiyacım var.

“YÜCE SEVGİLİ” NE EYLEMİŞSE GÜZEL EYLEMİŞTİR, O TEK BİLENDİR!

İnsanın hayatının kendisi ile “Yüce Sevgili”si arasındaki bağları  ne kadar kuvvetli olursa,  inanması ve inandırıcı olması da, inananların penceresinden izlendiğinde, anlam taşır.

“Yüce Sevgili” dileyen, isteyen ve tek hamd edendir. İnsanoğlu zaman zaman hamd etmek gibi büyük bir yanılgıya düşmektedir. Sizden daha yüce bir varlığa hamd edemezsiniz. Ancak sizden alttaki bir varlığa veya güce hamd edebilirsiniz. Birçok insanın kavram da ki hatası, bu bilinçten uzak olduğu ile ilintilidir.

"El Hamdu lillâhi Rabbil'âlemiyn."

"MUTLAK değerlendirme "ALLÂH"a aittir.

Bilelim ki: "ALLÂH VÂHİD-ül AHAD"dır... Kendisinin gayrı olarak, kendisini anlayacak, idrak edecek, değerlendirecek ve de övebilecek, varlık, vücud ve özellikler sahibi ikinci bir bilinç mevcut değildir! 

"ALLÂH"ı ancak, Allâh bilir... 

"ALLÂH"ı ancak ALLÂH değerlendirir... 

"ALLÂH"ı ancak ALLÂH över yani metheder!.. 

"ALLÂH"a ancak ve sadece ALLÂH SENÂ eder! 
(Kaynak:Ahmed Hulusi)


Sözlük anlamıyla, Hamd: "Övmek, methetmek, yüceltmek, ululamak" anlamlarına gelmektedir hamd”

Yani Hamd; Kainatta ki yaratılmış olan, yaratılmakta olan, tüm varlıkların niteliklerinin Allah'ın tecellisi olduğu haki-katını anlatan bir kelimedir bunun gereği olarak da Hamd, yalnızca benim daima “Yüce Sevgili” olarak ifade ettiğim alemlerin sahibi ve muktediri  Allah'a mahsustur. 

Bunun ispatı da; “Hamd alemlerin Rab'bi, Allah içindir.” (Fatiha Suresi,1/1) iledir.

Böylece bel ki bundan sonraki süreçlerde yanlış bildiğiniz bir öğretiden doğru bir  anlamlı eyleme geçeceksiniz ki: İnşallah biz de üzerimize düşen doğru sevap ile nasibimizi almış olacağız.

Bizler kimleriz ki; “Yüce Sevgili”ye, onun Resulüne(lerine), kitaplarına hamd edelim.

Hamd edilecek bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları içerisinde yer alan, 75 milyondan biri kardeşiniz olarak, örneğin; ülkemdeki siyasi iktidarın ve tüm milletvekillerinin, siyasetçilerinin ve hatta en tepeden, en aşağıya tüm yöneticilerinin önce sizlere ve sonrasında da bana “Hamd” etmelerini kesinlikle beklerim.

Bu hususta da hiç mütevazi değilim sizlerden de olmanızı beklemeyenler denim.

GEÇMEKTE OLAN KOCA YILIN ARDINDAN SÖYLENEBİLECEKLER

Vallahi bu yıl nasıl geçti anlamış değilim...

Vallahi, bu yıl geçti geçmesine de bana da iyi geçirdi...

Geçip gidiyor gelenin ne farkı olacak ki?

Geçen yıllar değil ömür ömür!...

Bunlar ve benzeri söylemleri yaza-bildikçe yazabileceğimi biliyorum.

Her kişi kendi yaşam alanının penceresinden dışarıya uzanarak söylemlerini yapacak bu kesin.

Ben penceremi araladığımda şunları söyleyebiliyorum.

Ben bu yılı pek iyi geçirdim diyemem.

Kişisel hırsların. çıkarların, yücelmelerin, yükselmelerin, zevklerin, yalanların, sahte yüzlerin, dalkavuklukların, tatminsizliklerin en tavanda olan tipleriyle rastlaşma yılım oldu bu yıl.

Bunlara karşı dik durmak için yoğun uğraş verdiğim vermeye çabaladığım bir yıl oldu yani.

Eğilmezseniz, bükülmezseniz, yağdanlıklara yağ olmazsanız, yağ olamadıysanız fitil,  fitil olamadıysanız lambanın camında is de, olamadıysanız, vay vay sizin halinize.

Tıpkı benim halleşmeler imde ki gibi.

Bataklıkta direnen bir saz (kamış) gibi olma kararlılığımızla direndik direndik, yani sanki otuz iki diş idik de, şimdi damağa (takma diş) kaldık.

Ne bir çobanın şen şakrak yahut yanık türkülerini söylediği kavalın da son delik, ne de nefesinde bir neyzenin, neyinin “üf”ü olabildik. Keşke bunları olabilseydik(m).

Hamdık yandık denilen üzere, gelen öptü, giden öptü, iki makas bir yanak alıp bir de ardımıza şaplak attı da kaçtı.

Uykuda mıydık?

Hayır!

Aldanmaya, aldatılmaya, kaz-ıklanmaya, haksız gösterilmeye meyilli idik öylece kalıp kalıp, dona, baka kaldık.

Yani ben demek istiyorum.

Baka kalarak bu sene sınıfta kaldık(m).

Hatalar yaparsanız bedelini de ödersiniz diyorduk, hatalarımızı fark ederek bedellerin altında fark edemeyeceğimiz şekilde acıların tutsağı biçaresi olduk(m).

YAŞAMI DAİMA ESKİLERİN PAZARCI TERAZİSİ GİBİ GÖRMEK GEREKLİ

Yaşam, yaş ile ilintili. Yaş ilerleyen seneler anlamlı. Başkaca bir anlamla da, kurumamış olan.

Yaş bir yaşam oldu işte bize musallat olan.

Terazinin bir kefesinde iyilikler. Ama size yapılan ama sizin yaptıklarınız. Güzellikler, sağlıklılıklar, umutlar, ümitler, sevdalar, gerçekleşen hedefler, elde edilen kazanımlar, şansın getirileri, yepyeni umutlarla gelenler ve en önemlisi sağlıklı olmalar...

Terazinin diğer kefesinde ise; karşı kefede-kilerin tamamen aksi istikamet-indekiler, zıtlar, yitenler, yitirilenler, sağlıksızlıklar, kabuslar, gidip de gelmeyenler.

Bende ağır basan kefeyi aldım elime, kasketimi de önüme doğru eğerek boşalttım kucağıma, sanki bir çuval pirinç içerisindeki taşları ayıklayacağım misali...

İlk taşı okudum, çok ezilmişsin diyor.

İkincisi, seni gidi arsız  ne çok öptürmüşsün, öpmek-sizin diyor.

Üçüncüsü, nasıl öğrenemedin bu yaşına kadar, ataların demezler mi; “insan eti başka bir mekanda ağırdır” bre gafil diyor.

Dördüncüsü, başkasının hanın da konakla, hamamın da yıkan ama, kendi metruk kulüben de olsa, onu da harap etme, diyor.

Beşincisi, yalancı ve dolancıların ipiyle inersen kuyuya kuyunun dibindeki abazan da, seni kucaklar bunu bu yaşına kadar hala anlamadın mı(?) diyor.

Altıncısı, üzüle üzüle büzülür-sün, hep içine atarsan da sonucunda; zatürre de olursun, kalbinde büyür, damarların da tıkanır, vücudunda kist te, ur da, beze de oluşur, kafayı da yersin diyor.

Yedincisi, gelecek yıl, sana geçen yılda kim neler geçirdiyse sende gelecek yıl da onlara geçir, öp, okşa sev, becer kaç diyor.

SEN NEYMİŞSİN BE ERKEK DEDİĞİN BÖYLE OLUR ÖĞRENSENE !

Akrabalardan uzak mı dur derdi acaba sekizincisini bulacağım pirinçteki taş.

Akraban dan kork ama akrepten korkma mı yahut da.

Komşunun penceresi, manzarası, tenceresi, damdaki kamera, sallangaç, otoparktaki fuzuli araç, begonvilin dalları.

Sahi bizim komşu gerçekten damdaki sallangaç kadar müptezel ve oynak mı?

Bunları da öğrendik ya, Mersin-Bodrum uçak hızında sanki sevdaların bacak arası, soba karası, yürek yarası, yaşamın gerçeklerindeki boy değil soy aynası...

NE YAZARMIŞ SIN YA, OKUDUK OKUDUK BİTMEDİ, SABIR YETMEDİ.

Yüreğim solmuş, gönlüm genç görünse de, sanki mum çiçeğinden hallice ben öyle sanıyorsam da, sefaları olmaktan sayrı bir akşam sefası.

Göğüs kafesimde yoğun bir ağrı, aşırı bitkinliğim ve yorgunluğum, yemek yemekten zevk almaksızın yoruluşlarım, zatürre derken kalbimin tamamının çepeçevre sulanması, mitral darlığı, damar genişlemesi, daralması, midemin santimle kalınlaşması.

Yoksa; abi senin pilin bitmiş haydi çöpe mi?

Zararlı bilinenlere müptela olmaksızın, müptelalığın sevdaya olmasına rağmen.

Bir büyük sahne ve o sahnenin pirinç taşlarıyla yazılı senaryosunun tek oyuncusundan beklenilen performans.

“Oyna yarim oyna, oynamazsan nazlı yarim, gençliğine doyma”

Oynarken, oynatamadan oynarken, oynaşamadan....

NEFRETTEN UZAK DUR, GAMSIZ HAYAT ŞARKISININ SUYUNU İÇ!..

Kin ve nefreti hayvanlardan öğrenmiyoruz. Ademoğlu dediklerimiz bu işin “fevkaladenin fevkindeki” büyük ustası.

“İnsanın densizliği demsizliğindendir” 
demiştik çok beğenildi sosyal paylaşım arenasında.

Demsizliğin bana yansıyan hali şimdi ki zaman ile musallat oldu bu yıl.

Çok yüzlülüklerin sahnesindeki oyuncularla bu nedenle asla helalleşmeyeceğim.

Beni üzenlerin “Yüce Sevgili” mislicelerini,  kendilerinin efradından çıkarsın demeyeceğim de, demiyorum.

Gözyaşlarım görünmese de içime akanların içimde ki tüm bitkilerin köklerini çürüttüğünü madem ben biliyorum, “Yüce Sevgili” bana bunları yaşatanların da efradı umumiyelerinden çıkartsın demiyorum da demiyorum.

İnançlarımı, direncimi, aklımın zirvelerini tecavüz filmlerinin sahnelerindeki başarılı oyuncular gibi ele geçirmiş olanların, karılarına, kızlarına ve hatta kendilerine sulanacağım diye de bir savım olmasa da, seyirci kalmak gibi bir enayilik yerine biraz da aymazlığı denemenin makul şüpheden a'ri olduğunu bildirmek de istemiyorum.

YENİ BİR YIL VE YENİ UMUTLAR İÇİN SON SÖZÜMLE;

Yeni yılın tahminen ikinci günü bir kalp operasyonu ile başlayarak yine yeniden yepyeni umutların, ümitlerin, sevdaların, “Bodrum  Aşkı”nın, “İzmir Sevdası”nın, Ne Mutlu Türküm, Cumhuriyetçiyim, Atatürkçüyüm, Laik ve Demokratik bir düzenin tarafıyım, arsıza ve hırsıza, soyguna ve soysuza, yönetemeyenlere ve yönetilemeyen in suskunluğuna karşıyım ve ölmezsem de karşı durmaya devam edeceğim.

Üzdüklerimle ve beni üzenler le helalleşmiyorum.

Barışmıyorum, barışmayı da düşünmüyorum.

Yeni yılda şerlerine karşı, bin misli ile cevap vermek üzere bileniyorum.

Bugüne dair sözümüzün özüyle:
İnançlıysanız mucizeler size görünecektir, yılmayınız!

“Yüce Sevgili”nin doğru kullarına sevgi ve saygıyla, nice sağlıklı ve sıkıntısız mutlu yıllara.

Prof. Dr. Öner Samanlı
Hani “Şiirci Çocuk” diyorlar ya işte o.
29 Aralık 2014 -  Bodrum